Daha öncede yazdığım Koudelka yazısının devamı niteliğinde bir yazı olacak. Eğer onu okumadıysanız bence ilk baş ona göz gezdirip sonra bu yazı dönmenizi rica ederim.
Koudelka’nın fotoğraf serüveni bölüm bölüm değerlendirilebilecek nitelikte. Fotoğrafa başladığı yıllarda nereden edindiğini benim de merak ettiğim Çingene sevdası baş gösteriyor. Bu fotoğraf sevdasının şekillenirken nasıl bir fikir ile desteklendiğine dikkat çekmek lazım. Mühendisliği bırakıyorsunuz. Belli bir miktarda saygınlığınızda yitirmiş durumda olabilirsiniz ve başka şehirlere başka ülkelere yola çıkıyorsunuz. Zamanın şartlarını göz önünde bulundurursak aslında o kadar da kolay olmadığı appaçık ortada.
Bir söyleşisinde Koudleka’nın çok az bir maddiyat ile hayatını idame ettirdiğini söylüyordu. Toplamda bu günü banka, alışveriş ve iletişim gibi konular çok yetersiz olduğu için bi anlamda gittiği yerde kendi ekmeğini bi şekilde çıkartmak zorundaydı. Yarışmalardan, ödüllerden elde ettiği geliri çok iyi idare ederek fotoğraf için kendinden fazlasıyla verdi.
Nerenden edindiğimi merak ettiğim dedim ama sonuçta Koudelkayı nelerin etkilediği besbelli. Çingenelerin fiziksel güzelliği, üzüntülü, karanlık hayatlarının, yaşamlarının farklılığını, müzikleri, yüz fadelernin ilginçliği, ve şenşakrak giyim tarzlarıydı. Az çok çingene deyince kafamızda canlanan o yoksul ama neşeli hayat, aynen Koudleka’nın da düşüncesi içindeydi. Üniversite zamanı fotoğraflarını çektiği Prag tiyatrosunda edindiği tecrübeleri kullanabilmesi için belki daha güzel ve uygun bir ortam olamazdı. Koudleka bunu çok iyi değelendirdi.
“Bir kere müziği içimde çalmaya başladığımda onlardan kurtulamadım” diyordu. Çingenelerin içine girip onlarla beraber oldu, saygınlıklarını kazandı. Belki onlar gibi yaşadı neşeli giyindi, hayatına belirli bir süre öyle devam etti. Bu zaman dönemi onun için sürgün sayılabilirdi. Sonucunda da istediğini yani ona çingene fotoğrafçısı lakabını kazandıracak fotoğrafları çekti.
İçlerinde oldukça rahattı. Onlardan biri gibiydi. Kurgu becerisini kendisini fotoğraftan da çekerek çok iyi bir şekilde kullandı. Çok güzel kurgulanmış ama fotoğrafçının etkisinin nerdeyse olmadığı fotoğraflar çekti. Çingene serüveni 1962 yılında başladı. Bu süre zarfında evinden uzak yaşadığı da oldu. 1968 yılında sovyet istilasının başlamasından hemen önce evine döndü.
Fotorğafları incelendiğinde daha önce de yazdığım gibi kurgusal yönleri çok fazla güçlüydü. Bu kurguyu sağlayabilmek için gerekli müdahale şansını kendine yaratmıştı. Fotoğrafçıdan etkilenmeden poz vermelerini ve onlardan biri olmayı başarmıştı.
“Eğer bir fotoğraf iyiyse bir sürü hikaye anlatır” demiştir bir söyleşisinde. Diğer belgesel fotoğrafçıların aksine Koudelka, çingenelerin içinde bulunduğu durumunu yoksulluk ve klancı yapısını sorun olarak göstermektense, onların günlük hayatını, neşeli zamanlarını ve renkli dünyalarını fotoğraflamıştır.
Çingene fotoğrafçılığı ile batının dikkatlerini üzerine çekmeyi başarmıştı ama bu başarı bazı avrupalı devletlerin serseri gibi baktığı çingenelerin hayatlarının fotğraflanmasını pek onaylamaması ve göz ardı etmesinden dolayı az da olsa sekteye uğramıştır. Çingeneler ile ilgili bir kitapta yazmıştır. Bundan sonraki durağı belki bir şans belki bir zorunluluk ama yeni bir serüvendi. Sovyet istilası, bir sonraki yazının konusu….