Simurg adını ilk kez 1. Hsbc fotoğraf yarışması finalistleri açıklandığında duymuştum. Yarışma zaten bomba gibi düşmüştü fotoğraf camiasına.
Yaş sınırı vardı, dolayısıyla fotoğraf konusunda kendini geliştirme yolunda olan kişileri motive etmek amacıyla yola çıkılmıştı. Ödül o döneme dek olmadığı ölçüde büyüktü (15.000 TL). Tek bir fotoğraf değil bir proje bekleniyordu katılımcılardan. Bu şartlarla benzeşen başka bir yarışma yoktu ortalarda ve sonuçları, katılan projeleri heyecanla bekliyordum.
Neyse işte, sonra finalistler açıklandı ve bu finalistlerden projeleriyle ilgili yeni çalışmalar yapmaları istendi. Finalistlerin ikisini de tanıyordum FK’dan. Gökhan Bedir ve Soner Yaman.
Finalin açıklanmasına doğru bu iki fotoğrafçının da Simurg üyesi olduğunu öğrendim forumlardan. Gıpta ile baktığımı hatırlıyorum. Daha iyi fotoğraf üretmek için bir araya gelmiş idealist kişiler, birbirleriyle rekabet içerisindeyken bile, yardımlaşarak üretimlerini yetkinleştirmek için birlikte çabalıyorlar, egoist yaklaşımlar sergilemeden, birbirlerinin işlerini geliştirmek için dayanışma sergiliyorlardı.
Sonra sonuçlar açıklandı. projeleri gördük, üzerine bolca konuştuk. Yarışma, Türkiye’de güzel başlayan pek çok şey gibi küçük ihtirasların kurbanı oldu. Merak edenler şuradan okuyabilir.
Simurg ise yakaladığı bilinirliği, (futbol programlarında çiğnenen nikotin sakızı kelimelerden olsa da bence önemli bir kavram olan) marka değerini herhangi bir şeye tedavül etmeye kalkışmaksızın sessizliğe büründü.
Birol Üzmez ve Tülün Üzmez‘in üretimlerini sergilerde keyifle izliyor ama Simurg’a dair bir şeylere ulaşamıyorduk. Ssite aktif değildi, blog çok seyrek güncelleniyordu.
Sonra aklımdan çıktı Simurg. Zaten FK’dan ayrılıp başka bir rota çizmiştim kendime, rüzgar nereye sürüklerse oraya, ama çoğunlukla da güncel veya klasik olsun evrensel fotoğraf üretimine. Kendi sürecimi yaşar ve kervan yolda kurulur diskuruyla proje üretmenin ne menem bir şey olduğunu tüm yönleriyle tecrübe ederken, Birol Üzmez’le Kortejo – Aile Evleri projesinin Sergi Açılışı’nda tanıştık. 2-3 dakikalık sohbette bile aynı dili konuştuğumuzu görünce, güzel bir dostluğun ilk adımını atmış olduk.
Sonrasında Birol Abi benim projeme destek amacıyla, bir sabah bana yarenlik etti, birlikte aynı semtin, aynı sokaklarında, birbirimizin çalışmalarına değmeksizin ilerlediğimizi gördük. Fotoğraf konuştuk bol bol, derya gibi deneyimlerini aktardı, dinledim, öğrendim, payıma düşeni almaya gayret ettim.
Aydın, ben, Birol Abi, Tülün buluşmaları sıklaştırıp, daha çok şeyi paylaştıkça Simurg konusu da gündeme geldi. Süreci nedenleri gelinen noktayla birlikte konuştuk. Konuşmalar neyi nasıl yaparsak kısmına doğru gidince kendimizi Simurg’un küllerinden doğuşu sürecinin ortasında bulduk farketmeden.
Sonrası çorap söküğü, gibi geldi. Mailleşmeler, neyi nasıl yapacağımıza dair, fikir teatileri, deneyip yanılmalar, yeniden deneyip makul olanı bulmalarla birlikte Simurg, yeniden yayına döndü.
Yeniden hayata döndü Simurg ama kuruluş amacı hala aynı:
Yaşadığı çağa, içinde serpildiği topluma tanıklık etmek,
belge üretimiyle bugünü gelecek kuşaklara aktarmak,
Belgesel Fotoğrafın ülkemizde köklerini güçlendirmesine katkıda bulunmak,
tüm bunları yaparken de kendi fotoğraf ekolünü kurmak için bünyesindeki fotoğrafçıları gelişime teşvik edecek, daha yetkin bir üretim için zorlayacak…
Böyle bir yapı içerisinde yer aldığım için kendimi şanslı hissediyor ve mutluluk duyuyorum.
Beri yandan fotoğrafın tek kişilik bir üretim olduğuna inanan, huysuz ihtiyar Ara Güler’in “fotoğrafçı çırak filan almaz. Sen hiç çırak alıp yetiştirmiş bir romancı duydun mu?” lafını haklı bulan ben, bir grup içerisinde fotoğraf üretimi konusunda deneyimsizim. Hiçbir derneğin üyesi değilim, flickr dışında hiçbir ortamda fotoğraf paylaşımım yok, ama çırak olmaya hevesliyim.
Serde solculuk var tabi. Birlikte üretip, kollektif bir arayışın ve diyalektik bir sorgulamanın total kaliteye etkisi konusunda şüphe duymadan, omuz omuza, doğruyu, daha iyiyi birlikte aramanın erdemine inanıyorum idealistçe. Simurg bu konuda da heyecan verici bir deneyim olacak benim açımdan. Hem edebiyatçılar varsın çırak tutmasın; James Joyce kör olduktan sonra Samuel Beckett’e Finnigan’s Wake’i dikte ettirirken, Beckett tabiki çırak değildi. ama öyle düşünmek hep hoşuma gitmişti.
Bu sitede daha evvel Türkiye fotoğrafı ile ilgili hiçbir şey paylaşmadık. Bu biraz bilinçli bir tercihti. Dernekleri, fotoğraf yarışmalarını uzaktan; internet üzerindeki fotoğraf paylaşım platformlarını içeriden gözlemleyip, başka bir fotoğraf mümkün mü? sorusuna aradığımız yanıt sonucu karşımıza çıkanları yazabileceğimiz bir ortam olsun diye kurduk Açık Diyaframı. Kimi kez yazmayı çok istediğim, ama arada dostluk ilişkisi olduğundan yazmadığım kimi fotoğrafçıları-projeleri de bu yüzden aktarmadım buraya.
Ama Simurg’un yeniden start vermesinin heyecanını paylaşmasam olmazdı. Hele ki içinde yer alıyor, fotoğraf üzerine yazacak bir platform oluşturmaya bunca emek harcıyorken.
Açık diyafram, Simurg’un alt kolu olmayacak, belki Simurg üyeleri yeni projeler yayınlamadıkça burada adı geçmeyecek. Zaten kendi çektiklerimizi, çekim deneyimlerimizi paylaşmak konusunda da oldukça ketumuz.
Açık diyafram, fotoğraf öncelikli okumalarımızın sonucu olan derleme yazıları bünyesinde barındırmaya devam ederken; biz fotoğraf düşünür, yazarken, Simurg’da öğrendiklerimizin açtığı kulvarlar ister istemez hem buradaki yazılara sinecek, hem de (umarım) çektiklerimize yansıyacak.
Yani;
Açık diyaframla, yüzümüzü gülümseten umutla, güzel günlere…
One thought on “Simurg Küllerinden Doğarken”